Edinburgh’un Simgesi : Greyfriars Bobby
Uzun zamandır bir şeyler karalamaya çalışıyorum ancak bir türlü güzel olduğuna inandığım bir şeyler ortaya çıkaramamıştım. Aslında başka bir konu hakkında yazıyordum, böyle okurken canınızın mis gibi bir kahve çekeceği bir yazı olacaktı ama henüz bitiremedim.
Her neyse, bu sefer farklı bir şey denemek istedim. Biraz daha hüzünlü bir hikaye yazacağım. O yüzden bu yazıyı yazarken arka planda bana motivasyon sağlayan müziği sizinle paylaşmak istedim. Siz de yazıyı okurken bu müziği dinlemeyi sakın unutmayın!
Merak etmeyin, bu sefer lafı çok dolandırmayacağım. Umarım…
2013 yılının Şubat Ayında bir gezi planlamıştık. Pazar günü uçağımız vardı ama cuma günü gelmişti ve hâlâ İngiltere Konsolosluğu’ndan vize bekliyorduk. Ben İzmir’de umutsuzluğa kapılmıştım bile ancak arkadaşım vizelerimizin çıkacağına çok inanmıştı ve Ankara’da konsolosluktan vizeleri almak için bekliyordu. Daha önceden söylemiştim ya hep şanslıyımdır diye böyle konularda. Yine şansımız yaver gitti ve cuma günü son saatlerde vizemiz çıktı. Hemen İstanbul’a geçip oradan Londra’ya uçmamız gerekiyordu. Ancak arkadaşımın Ankara’dan İstanbul’a gidecek uçağı kötü hava şartları sebebiyle ertelendi. Hemen otobüs bileti aldı ancak zorluklar bir şekilde peşimizi bırakmıyordu.
Ne tahmin edersiniz? Gece otobüsle seyahat ederken arkadaşımın arkasında oturan adam bir de üstüne kusmaz mı? 🙂 Nasıl kusabilir lan arkadaki adam öndeki adamın üstüne dediğinizi duyar gibiyim! Aynen şöyle olmuş, bu sarhoş adam ayağa kalkıp içim bulanıyor benim torbası olan var mı diye zırvalarken öndeki koltuğa kusmuş.
Bunun üstüne bir de bizim uçuşumuz dışındaki tüm uçuşlar iptal oldu Londra’ya yine hava koşulları nedeniyle.
Tüm bu olanlardan sonra ben bayağı gerilmiştim, ölüme gidiyoruz kesin diye! Ancak bu bir maceraydı bizim için artık geri dönemezdik. Yakışmazdı bize…
Uçak çokça tribülanslar ile Londra’ya uçarken elimden tek gelen içimden dualarımı okumaktı. 🙂 Uçakta hissettiklerimin aksine çok eğlenmiştim ve gerçekten güzel bir gezi olmuştu.
Her neyse, reklamlar bitti; asıl hikayeye başlıyorum. 🙂
Londra’dan Edinburgh,İskoçya’ya geçmiştik ve bugün anlatacaklarım Edinburgh’un simgesi Teriyer cinsi bir köpek, Greyfriars Bobby ile ilgili.
Tüm yazıyı hikayeleştirdim, hahah ilk hikaye denemem sayılır. 🙂

eyeonedinburgh.net
Günlerin birinde güzel mi güzel, sanatsal mı sanatsal olan Edinburgh şehrinin John Gray adında bir gece nöbetçisi varmış. Bu gece nöbetçisi her gece teriyer cinsi köpeği nam-ı diğer Greyfriars Bobby ile şehri gezer, alışılagelmemiş bir olay var mı diye kontrol edermiş. Gel zaman git zaman bu ikili birbirlerine öyle alışmışlar ki, deyim yerindeyse yedikleri içtikleri ayrı gitmemeye ve birbirlerinden hiç ayrılmamaya başlamışlar. Halk da onları öyle tanırmış, gece nöbetçisi John Gray ve onun yaveri Greyfriars Bobby.
Çokça zaman geçmiş, uzunca bir süre Edinburgh’a ve İskoç halkına hizmet edilmiş. Ancak bir gün yaşlanan gece nöbetçisi tüberküloz olduğunu öğrenmiş. Kısa bir süre sonra da durumu daha da kötüye gitmiş. Bu zaman içerisinde içten içe üzülsede gece nöbetlerine devam etmiş Bobby ile… Bir süre sonra da 15 Şubat 1858 yılında, maalesef beklenen olmuş ve son nefesini vermiş yaşlı adam. Edinburgh şehrinde merkeze yakın bir yerde mezara gömülmüş. Bobby ise bu durumu kabullenememesinden dolayı mı yoksa tam olarak durumu idrak edememesinden midir bilinmez ama mezarın başında beklemeye başlamış.
Tabii ilk zamanlar kimse bunun farkına bile varmamış. Bir gün geçmiş Bobby orada, iki gün geçmiş Bobby yine mezar başında, 1 hafta geçmiş Bobby hala mezara bakıyor masum ve üzgün bir şekilde.. Bu böyle bir süre devam etmiş, yeni gece nöbetçisi Bobby’nin her gün orada oturduğunu fark eden ilk kişi olmuş.
Daha sonra Bobby’i mezardan dışarı çıkarmayı denemiş olmamış. Türlü türlü oyunlar yapmış ancak fark etmiş ki Bobby ısrar ediyor kalmakta. Artık en son köpeği tamamen dışarı atmaya çalışsalar da başarılı olamamışlar. En fırtınalı, en yağmurlu kötü havalarda bile orada beklemiş Bobby. En sonunda mezarın yanı başına bir barınak yapıp Bobby’nin orada yaşamasına ikna olmuşlar… İnsanların kalbine dokunan Bobby’nin bu davranışı kısa süre içerisinde insanlar arasında yayılmaya başlamış. Başka şehirlerden ve ülkelerden insanlar sadece Bobby’i görmek için Edinburgh’a gelmişler.
Daha sonra 1867 yılında Edinburgh’ta tüm köpekler için lisans alınması üzerine bir yasa çıkmış ve lisansı olmayan köpeklerin toplanıp telef edilmesi kararı alınmış. Bobby’nin bu davranışı o dönemin şehir planlama uygulamalarından sorumlu Lordu Sir William Chambers’ı da derinden etkilemiş olacak ki, Sir William Chambers gerekli lisansı Bobby’i için satın almış. Böyle badirelerden de sağ salim kurtulan Bobby, tam 14 sene boyunca sahibi John Gray’in mezarının dibinde yaşamış… 14 Ocak 1872’de hayatını kaybeden Bobby için gece nöbetçisi John Gray’in mezarının yanına bir mezar yapılmış.

theedinburghreporter.co.uk
Böylece insanlar bu vefalı köpeğin mezarını dilediklerinde ziyaret edip yüreklerinde iz bırakan hikayeyi bir daha anımsıyorlar. Ayrıca, her sene Bobby’nin ölüm yıl dönümünde insanlar bu mezarı ziyaret edip Bobby için küçük oyuncaklar ve hediyeler bırakmayı da ihmal etmiyorlar.
Dipnot: Bu gerçek olayın bir benzeri de Japonya’nın Ödeta şehrinde gerçekleşmiş. Belki hatırlarsınız Hachiko adlı bu köpeğin hikayesini anlatan bir film bile çekildi Richard Gere’ın başrolünü oynadığı “Hachiko: A Dog’s Tale” adında.
[tg_social_share]