Evet yanlış duymadınız, nitekim dikkat çekmeye de çalışmıyorum başlıkla. Bu sorunu hepimiz hissediyoruz, belki de tamamen suçu seyahate yüklemiyoruz; veya bunun tam olarak farkında değiliz.
Çok önceleri bir hikayeden bahsetmiştim. Beatles’in solisti John Lennon henüz ilkokuldayken, ilkokuldaki öğretmeni sınıfta büyüyünce ne olmak isterdiniz sorusunu sorar. Tüm öğrenciler klasik cevaplar verir; pilot, itfaiyeci ve doktor gibi. Sıra John Lennon’a geldiğinde “mutlu olmak istiyorum” diye karşılık verir öğretmenine. Öğretmeni de “soruyu anlamadın galiba” diye belirtir fakat John Lennon “bence siz hayatı anlamamışsınız.” şeklinde efsanevi bir söylemde bulunur öğretmenine.
Hepimiz mutlu olmak istemiyor muyuz, hayatın asıl amacı bu değil mi? Hazların peşinde değil miyiz?
Yuval Noah Harari (Homo Sapiens & Homo Deus’un yazarı) Homo Deus’ta şundan bahsediyor: “Eğer ki mutluluğu geçici hazlar olarak tanımlar ve daha fazlasını deneyimlemeyi arzularsam, bitip tükenmeyecek bir arayışa girmekten başka çarem olmayacaktır. Onlara eriştiğim anda da kolayca yok olacaklardır; geçmiş hazların sade anıları beni tatmin etmeyeceğine göre sürekli yeniden başlamam gerekecektir.”
Maalesef ki, bu sözler de sürdürülebilir ve sürekli bir mutluluğun mümkün olmayacağının (ki hayatımızda olmadığı gibi), daha fazla haz arzuladıkça da daha stresli ve doyumsuz olmamızın kaçınılmaz olduğunun en büyük göstergesi.
Seyahat etmek de tam olarak bu noktada devreye giren bir tehlike. Tehlike olarak tanımlıyorum çünkü hiçbir insanın seyahat etmeden önceki haz seviyesinin doyum noktası; seyahat ettikten sonraki yaşamı ile aynı değil. Her defasında, çıtanın bir üst noktaya taşınmasına sebep olmakta. Kürkçü dükkanına geri döndüğünüzde ise o çıtaya yaklaşmanız artık o kadar zor ki…
Her seferinde, çıtayı daha yukarı taşıyan ve asla seyahat etmezken o çıtaya ulaşamayacağınızın farkında olduğunuz ancak bağımlılık yapan bir canavarla karşı karşıyasınız.
Seçim sizin!